Gündem/ 24 Temmuz 2024 / SELEN ECEM KARAKAŞ / 118 kez okundu

İyi Parti Genel Başkanı Dervişoğlu’ndan “154’ler” Tepkisi: İnsafsızlık, izansızlık, saygısızlık ve ahde vefasızlık

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, kendi isminin de yer aldığı 154’ler tartışması üzerinden sert ifadeler kullandı. “İki cihanda yan yana gelemeyecek bazı insanları, aynı torbaya doldurarak adeta eşitlemiş, ‘bölücü, Liberal, Marksist, Fetöcü” yapıların elemanı’ diye yaftalamışlar” diyen Dervişoğlu, “Bunu yapanlara sesleniyorum; bu insafsızlıktır, bu izansızlıktır, bu bize saygısızlıktır ve ahde vefasızlıktır. Ayrıntıya girip hiç kimseyi mahcup etmek niyetinde değilim. İçinde yetiştiğim camiayı üzmek, kırmak istemem. Ancak sabrın da bir sınırı var. Sözlerimin muhatapları maziyi paylaştığım insanlar değil, eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır. Hayatım boyunca bölücü, Liberal, Marksist ve Fetöcü diye hiç anılmadım. Bütün ömrümce anıldığım ve gurur duyduğum tek bir sıfat var. Onu da öyle bir ayağa düşürdünüz ki, sizin yüzünüzden ve utancımdan kullanamıyorum.” şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “küfe” çıkışına da tepki gösteren Dervişoğlu, “Yumurta küfesi iktidarın sırtındaysa, iktidar da vatandaşın sırtında! İnin beyler vatandaşın sırtından! Bu millet sizin köleniz değil, marabanız değil, uşağınız değil!” ifadesini kullandı.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM grup toplantısında konuştu.

  1. yıl dönümü olan Lozan Antlaşması için “Saray amiri ve avenesinin en büyük karın ağrısıdır” yorumunda bulunan Dervişoğlu, “Çok bilmiş kadrolu meczuplarıyla birlikte, Lozan üzerinden İsmet Paşa ile, İsmet Paşa üzerinden ise asıl hedefleri olan Atatürk ve Cumhuriyet’le kendi fukara akıllarınca bitmeyen bir nefretle savaşlarını icra etmektedirler.” dedi.

“Yüzyıl önce bize istiklali çok görenler, bugün de çok görüyorlar. Yüzyıl önce Cumhuriyeti çok görenler bugün de şüphesiz aynılar.” diyen Dervişoğlu, “İşte bu yüzden de; Türk milletinin istiklal ve Cumhuriyet ülküsü var oldukça, ateşle imtihanı asla bitmemiştir ve bitmeyecektir.
Unutulmasın ki, Lozan’a düşman olanlar Sevr’in alkışlayıcıları, Sevr’i imzalayanlarının hayranlarıdır; Büyük Ortadoğu Projesi havucunun peşinde koşup memleketi sığınmacı hendeğine çevirenlerdir. Bırakın Lozan’a laf etmeyi; Lozan’ı da, İsmet Paşa’yı da, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini de ağızlarına alamazlar. Bu tarihe böyle yazılacak. Mustafa Kemal’in ismi ancak temiz ağızlarda anılacaktır.” şeklinde konuştu.

“Vergimatik Mehmet arkadaşımıza bir alkış (!)”

Kredi değerlendirme kuruluşu Moody’s’in, Türkiye’nin kredi notunu arttırması üzerinden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e yüklenen Dervişoğlu, “Peki bu iki puanlık kredi notu artışıyla Türkiye hangi ülkelerle aynı seviyeye gelmiş? Bahamalar, Bangladeş, Benin, Fiji, Honduras, Karadağ ve Ürdün. Peki bu Duyun-u Umumiye memuru arkadaşın bizi gelecek aylarda taşımayı vaad ettiği yerde hangi ülkeler varmış? Ermenistan, Özbekistan ve Senegal. Buradan Vergimatik Mehmet arkadaşımıza bir alkış tutalım! Ve elbette saraydaki amiri dünya liderine de bir alkış. Çünkü bu büyük eserin asıl sahibi o.” ifadesini kullandı.

“Yarı batmakta olan ülke mi oluyoruz?”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kredi derecelendirme kuruluşlarına yönelik “Bırakın o sahtekarları. Onlar bizim hakkımızda çok şey söylediler. Bu dünyada batan ülkelere bir anda 4 derece artırmak suretiyle not veren bu teşkilatlardır. Bunlar böyle teşkilat. Biz işimize bakalım” dediğini hatırlatan Dervişoğlu, “Peki, bir anda iki derece arttırmak suretiyle not verenler kim oluyor? Bu hangi tür ülkeye giriyor sayın Erdoğan? Batmakta olan mı? Yoksa siz rakamları pek seversiniz, yarı batmakta olan ülke mi oluyoruz? Bildiğiniz üzere, Erdoğan, büyük müjdeleri bizzat kendisi verir. Bir müjdeyi bir bakanına verdiriyorsa, bilin ki o müjdeyi kendisi bile beğenmemiştir.” şeklinde konuştu.

“Paradan para kazanana vergi yok! Tefeciliğe devam!”

Tasarruf paketi ve ‘vergide adalet’ mesajı üzerinden Bakan Şimşek’e yüklenen Dervişoğlu, “Tasarruf paketi diye memurun servisini kaldırdılar. Ama kendileri Amerika’ya 5 uçakla,
Hollanda’ya maç izlemeye 3 uçakla gittiler. Sayın Bakan göstermelik dahi olsa kendi makam aracından bile vazgeçemedi. Tasarruf paketi Meclis’e gelemeden kuşa çevrildi. Vergimatik Mehmet sarayın harcamalarını ve yandaşlara yapılan ödemeleri kısamayınca, ‘Az biraz zenginden almasak mı?’ diye gelir vergilerine yöneldi. Ama nafile, patron müsaade etmedi.
Geçen hafta, ‘Dikkat et, bakıp da görmeyen bakan başına iş çıkmasın’ demiştik. Anlaşılan para bulayım derken paparayı yedi Vergimatik Mehmet! Şimdi de ‘Vergide adaleti sağlayacağız, az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alacağız’ diyorlar. Meclise getirdikleri teklife bakıyorsunuz; imar rantlarının vergilendirilmesi yok. Rantçılığa tam gaz! Paradan para kazanana vergi yok! Tefeciliğe devam! Borsa kazançları, kripto varlıkların vergilendirilmesi yok!
Para aklamaya devam!” diye ekledi.

“Yumurta küfesi iktidarın sırtındaysa, iktidar da vatandaşın sırtında!”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “küfe” çıkışına tepki gösteren Dervişoğlu, “Halen hiç utanmadan
emeklinin zaten açlık ve yoksulluk sınırının altındaki maaşına yapılan 2 bin 500 liralık bir zammın mali disipline zarar vereceğini söylüyorlar! En düşük emekli maaşı asgari ücret kadar olsun diyen bizlere ise, “muhalefetin sırtında maalesef küfe yok, biz ölçüyoruz, biçiyoruz” diyen bunlar, aklını ve vicdanını 1000 odalı sarayın bilinmez köşelerinde unutmuşlar! Emekliye verilen zammın yıllık maliyeti 66 milyar TL. Kur korumalı mevduat garabetinin ülkemize maliyeti ise 2,7 trilyon lira. Yani tam 41 katı! Bir kuruş harcanmayacak denilen yol, köprü, inşaat ihalelerine
ödenen para tam 600 milyar lira. Neredeyse 10 katı! Vatandaşa, çiftçiye, küçük ve orta üreticiye
ihtiyaçları için destek olmak üzere kurulmuş ancak yandaşlarını besleme fonuna dönüşmüş kamu bankalarına, son 4 yılda hazineden aktarılan para tam 1 trilyon lira! Ve bu para vatandaşın, çiftçinin, küçük üreticinin cebinde değil! Emekliye verilen zammın tam 15 katı!
2018’de 74 milyar lira olan faiz giderleri, 2023 yılında tam 1,3 trilyon lira. Emekliye verilen zammın tam 20 katı! Ölçüp biçtikleri bu işte. Yumurta küfesi iktidarın sırtındaysa, iktidar da vatandaşın sırtında! İnin beyler vatandaşın sırtından! Bu millet sizin köleniz değil, marabanız değil, uşağınız değil!” ifadesini kullandı.

“617 futbol sahası büyüklüğünde yer talana açıldı”

28 Haziran ve 17 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararları ile
Artvin, Bitlis, İstanbul, İzmir, Amasya, Balıkesir, Kastamonu, Manisa, Muğla, Samsun, Sinop ve Sivas’ta bazı alanların orman sınırları dışına çıkartıldığını, sadece bu iki kararla yaklaşık 2.5 milyon metrekare alanın imara açıldığını kaydeden Dervişoğlu, “Yani en az 617 futbol sahası büyüklüğünde yer talana açılmıştır. Bakınız, her ilimizde sıcak hava dalgalarından şikayet ediyoruz. Şehirlerimizde altına sığınacak bir tane ağaç kalmamış durumdadır. Kuraklık artık her yıl yaz ayında kapımızı çalmaya başlamış ciddi bir tehdittir. Tarımsal üretimimizin durumu malumdur ve geleceği düşündürücüdür. Günümüzde aklı başında bütün ülkeler orman ve sulak alanlarını korumaya çalışırken, saray rejimi var olanı yok etmek derdindedir. Peki ne için?
Kendilerinin de aktif olarak dahil olduğu yağma düzeni ve bir türlü doymak bilmeyen rant çeteleri için. Vatan toprağının her bir karışını kupon arazi ve imar rantı olarak gördükleri için!” dedi.

“Ölüm ve yok etmeyle başlayan hiçbir cümleden hayır gelmez”

Sahipsiz hayvanlara yönelik düzenlemeler içeren kanun teklifine değinen Dervişoğlu, “Saray iktidarı bir vicdan bombası attı önümüze. Ve bize dedi ki; çocuklar mı ölsün, köpekler mi? Çünkü biri ölmeli. Çünkü yaşamak ve yaşatmak lügatlerinde yok. Çünkü saklayıp örtmek zorunda oldukları o kadar büyük ihanetler vardı ki, yeni bir tuzak kurmaları gerekiyordu. Bu attıkları vicdan bombasıyla da günlerdir uğraşıp duruyoruz. İşte bu yüzden, ben buradan, bu kürsüden,
vakti zamanında Türkiye’nin çok kötü zamanlarını yaşamış, o zamanlarda da çok kan ve şiddet görmüş biri olarak, yani bir parti genel başkanı olarak değil, sade vatandaş Müsavat Dervişoğlu sıfatımla sesleniyorum: Ölüm ve yok etmeyle başlayan hiçbir cümleden hayır gelmez. Bunu fazlasıyla yaşamış ve tecrübeyle sabit bilen, kiminize göre abiniz, kimine kardeşiniz, kiminize göre ise evladınız olarak söylüyorum: Sokak hayvanları meselesini ortak akıl ve en önemlisi ortak emek ve çabayla çözmek, hepimiz için çok önemli bir imtihandır. Saray iktidarı sonrası için de, birlikte ayağa kaldıracağımız, yeni baştan hep birlikte inşa edeceğimiz o güzel Türkiye’miz için bir ön sınavdır.” değerlendirmesini yaptı.

“Vicdanı akılla, aklı da vicdanla dengeleyeceğiz”

“Ne imhacı ne de redci bir kolaycılığa düşmeyeceğiz” diyen Dervişoğlu, “Vicdanı akılla, aklı da vicdanla dengeleyeceğiz. Biz İYİ Parti olarak, bu imtihanı önemsiyoruz. Bu sebeple de en başta sivil toplumun, gönüllülerin ve yerel yönetimlerin sorumluluk aldığı, kimsenin kimseye bahane uydurmadığı bir toplum seferberliği arzuluyoruz. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmaya hazırız.
İktidardakilerden tek beklenti, gölge etmemeleridir Başka ihsan istemiyoruz! Biz bu seferberliğin, Türkiye’de bozulan birlik ve beraberlik iklimini, insanların birbirine karşı yitirdikleri güven duygusunu yeniden temin edebileceğine inanıyoruz. Emin olun başaracağız!” şeklinde konuştu.

“Sözlerimin muhatapları eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır”

Kendi isminin de yer aldığı 154’ler tartışmasının gündemde olduğuna işaret eden Dervişoğlu,
“Aslına bakarsanız bu tartışmaya hiç girmek istemiyorum ama tamamen sessiz kalmayı da uygun görmüyorum. İki cihanda yan yana gelemeyecek bazı insanları, aynı torbaya doldurarak adeta eşitlemiş, “Bölücü, Liberal, Marksist, Fetöcü” yapıların elemanı diye yaftalamışlar. Bunu yapanlara sesleniyorum; Bu insafsızlıktır, bu izansızlıktır, bu bize saygısızlıktır ve ahde vefasızlıktır. Çok bir şey söylemek istemiyorum. Ayrıntıya girip hiç kimseyi mahcup etmek niyetinde de değilim. İçinde yetiştiğim camiayı üzmek, kırmak istemem. Ancak sabrın da bir sınırı var. Sözlerimin muhatapları maziyi paylaştığım insanlar değil, eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır. Hayatım boyunca bölücü, Liberal, Marksist ve Fetöcü diye hiç anılmadım. Bütün ömrümce anıldığım ve gurur duyduğum tek bir sıfat var. Onu da öyle bir ayağa düşürdünüz ki, sizin yüzünüzden ve utancımdan kullanamıyorum. Beni sakın ha sakın ve hangi sebeple olursa olsun, başkalarının havuzuna bir daha dahil etmeyin. Hatıralarıma saygısızlık yaptırmayın. Ayrıca kimseyle de karıştırmayın. Tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır konuşurum! İsteyen kendine yeni yön çizebilir. Hatta; ikbal, istikbal ve iktidar için kendisini satabilir de. Ben varlığını Türk varlığına adamış bir memleket evladıyım. Doğduğum gibi öleceğim ve bununla da övüneceğim. Hayatımın sonuna kadar da, “Tek bayrak değil, Türk bayrağı. Tek devlet değil, Türk devleti. Tek millet değil, Türk milleti. Tek vatan değil, Türk vatanı.” diye haykırmaya devam edeceğim.” diye ekledi.

Dervişoğlu’nun konuşmasının tamamı şu şekilde:

Sayın Milletvekilleri,
Değerli dava arkadaşlarım,
Muhterem misafirler,
Kıymetli basın mensupları,
Sevgili gençler.
Grup toplantımıza hoş geldiniz safalar getirdiniz.
Hepinizi şahsım ve partim adına selamlıyor,
Sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bugün sansürün kaldırılışının 116. yıldönümü…
Gazeteciliğin suça dönüştürüldüğü bir “cadı avı” ikliminde;
Basın özgürlüğü, istibdata karşı hürriyet mücadelemizin yapı taşı olmak mecburiyetindedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz…”
Türk basının sansüre direnişinin bayraklaştığı bu anlamlı günün gazeteciler için ilk anlamına kavuşabilmesi ve gerçekten “bayram” olabilmesi için;
Suç ve suçludan ziyade onları ifşa eden gazetecileri cezalandıran bu ucube düzenin yerine, basını kimsenin kendi yandaşı haline getiremeyeceği tam demokrasiyi tesis edene kadar mücadele edeceğiz.
Zira, “Bârika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar…”
Sözlerimin devamında
Dün olimpiyat oyunları için Paris’e uğurladığımız
Ay-yıldızlı sporcularımıza üstün başarılar diliyor,
Türkiye’yi en güzel bir şekilde temsil edeceklerine
Yürekten inandığımızı belirtmek istiyorum.
Yaşadığımız bu günlerde milletimizi sevindirecek,
İstiklal Marşımızı dünyaya dinletecek,
Bayrağımızı göklerde dalgalandıracak zaferlere ihtiyacımız var.
Allah hepsinin yardımcısı olsun.
Taşıdıkları milli forma, alınlarının akı olsun!
Temmuz tarihimizde önemli bir ay.
Yarım asır önce, yeşil ada Kıbrıs’ta,
Çeteci Rumlar, Yunan darbecilerle birleşip,
Katliamlarla Türkleri sindirip yok edecekler,
Bir oldubitti yaratarak, adayı Yunanistan’a bağlayacaklardı.
Böylelikle “Enosis” hayallerini gerçekleştirmiş olacaklardı.
Türkiye Cumhuriyeti ise bu oldubitti karşısında sessiz kalamazdı.
Adadaki Türklerin katledilmesinin önüne geçmek maksadıyla
Ve adada herkes için barışı tesis etmek amacıyla
Meşru garantörlük hakkını kullanarak müdahale etti.
Ve bunu da büyük bir ciddiyetle, başarıyla gerçekleştirdi.
Adadaki Türk mevcudiyetinin sürmesini sağladı.
Bu, zor ve uzun bir süreçti.
Eğer 1974’ten on yıl önce,
Adada katliamlar ilk başladığında
“Yeni bir dünya kurulur, biz de orada yerimizi alırız,” dememiş olsaydık
Ve başta ABD ve diğer ülkelerin ambargolarına rağmen
Bugün iktidarın bizden önce “Okla mızrakla savaşıyorduk propagandası” yaptığı
Milli savunma sanayimizin temellerini o günlerde atmamış olsaydık,
Bugün ellinci sene-i devriyesini kutladığımız
Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştiremezdik.
Bu vesileyle,
Başta Kıbrıs Türk Alayı Tabip Binbaşı Nihat İLHAN’ı
Ve 1963’de EOKA terörü ile katledilen eşi ve çocuklarını,
Cumhuriyet tarihimizin ilk hava harp şehidi Cengiz TOPEL’i,
Milli mücadele kahramanı Dr. Fazıl KÜÇÜK’ü,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ’ı,
Kıbrıs Barış Harekatı’ndaki asker ve mücahit tüm şehit ve gazilerimizi,
Ve Kıbrıs Türk Halkı’nın tüm mücadele önderlerini,
Kahraman ordumuzu ve harekat kararı alan hükumeti ve karara destek veren TBMM’yi,
Dönemin Başbakanı Rahmetli Bülent Ecevit ve
Başbakan Yardımcısı Rahmetli Necmettin Erbakan’ı saygıyla anıyor,
Şükran ve minnetle yad ediyorum.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelelerinin
Sonuna kadar yanında olacağımızı dünyaya ilan ediyorum.
Dün 23 Temmuz’du.
“Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür bölünemez.
Millet, her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı kendisini savunacak ve direnecektir.
Milli gücü kullanmak ve milli iradeyi hakim kılmak temel ilkedir.
Manda ve himaye kabul edilemez.”
Kararlarının alındığı tarihi dönüm noktası.
Kurtuluştan kuruluşa uzanan şanlı mücadelenin temel taşlarından olan
Erzurum Kongresi’nin 105. yılını kutluyor,
Başta Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,
Tüm istiklal kahramanlarını rahmet, minnet ve şükranla yad ediyorum.
Ve bugün 24 Temmuz
Yad etmemiz gereken bir isim daha var:
“Sadık Ahmet”.
Batı Trakya Türklüğünün yılmaz meşalesi…
1995 yılında,
Şüpheli demenin bile yetersiz kalacağı,
Bir trafik kazası neticesinde ailesiyle birlikte şehit oldu.
Hayatı, hapisler sürgünler ve zulümlerle geçti.
Yine de taviz vermedi, baş eğmedi.
Her zaman Türk dünyasının aziz bir neferi idi.
Kendisine ve ailesine bir kere daha rahmet diliyorum.
Sadık Ahmet’in vefatının ardından
Neredeyse 30 yıl geçti.
Ve Batı Trakya Türkleri
Halen kimliklerini, isimlerini,
Okullarını ve camilerini muhafaza etmeye çabalıyorlar.
Ne acıdır ki,
Gayrı milli tahrifat Bakanı Yusuf Tekin’in
“Ruhban okulu açılmalı” çığlıklarını,
Fener Rum Patriğinin “ekümenik” sıfatıyla zirvelere katılmasını
Haberlere taşındığını gördük de,
Daha birkaç gün önce
Yunan hükümetinin 4 Türk okulunu daha kapatma kararını,
Ne haberlerde gördük ne de buna ilişkin bir tepki duyduk.
Hükumetten ve başındaki zattan umudumu kestim.
Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan
Ve içinde halen devlet aklı ve ahlakına sahip olanlar varsa,
Onlara sesleniyorum.
Batı Trakya Türklerinin okulları kapatılıyor.
Bakınız, kapandıktan sonra açmak zordur!
Bu işe acilen müdahale ederek mensubu olduğunuz milletin,
Ve tarihi hem meydanlarda, hem masalarda zaferlerle dolu devletimizin
Size verdiği vazifenin gereğini yerine getirin.
Bu milletimize karşı sorumluluğunuzdur.
Değerli dava arkadaşlarım,
Aziz milletim;
24 Temmuz tarihinin bize hatırlattığı en önemli şey
Cumhuriyetimizin tapu senedi Lozan Antlaşması’nın

  1. yıl dönümü olmasıdır.
    Lozan Antlaşması,
    Kesintisiz on bir yıl boyunca yorgun düşmüş bu büyük milletin,
    Günyüzü gördüğü ve uzun on yıllardan sonra,
    Hem cephede hem de masada destan yazdığı,
    Büyük zaferini taçlandırdığı anlaşmadır.
    Tarihi çarpıtılmış dizi senaryolarından ibaret sananlar,
    Kendileri çalıp kendileri oynamayı devlet yönetmek zannedenler,
    Açıp önce Lozan’ı okusunlar.
    Tanınmanın ne manaya geldiğine baksınlar.
    Sonra Kuzey Kıbrıs’ın ve uzaktan atıp tuttukları Filistin’in,
    Onlarca yıldır süre gelen tanınma mücadelelerini hatırlasınlar
    Lozan Antlaşması,
    Saray amiri ve avenesinin en büyük karın ağrısıdır.
    Çok bilmiş kadrolu meczuplarıyla birlikte,
    Lozan üzerinden İsmet Paşa ile,
    İsmet Paşa üzerinden ise,
    Asıl hedefleri olan Atatürk ve Cumhuriyetle,
    Kendi fukara akıllarınca bitmeyen bir nefretle savaşlarını icra etmektedirler.
    Bu zavallı ve beyhude hesaplaşma çabasının
    Aslında tek bir düğüm noktası var:
    Nasıl olur da bir öksüz,
    Koskoca padişahın teslimiyetinin üstüne söz söyleyip,
    Bir milleti asırlık uykusundan uyandırır.
    Milli Mücadeleyi başlatıp,
    O “gavur dediklerine karşı” cenk ederek kazanır,
    Üstüne bir de cumhuriyet kurar.
    Hurafeci çapsızlar işte bunu hiç içlerine sindiremediler.
    İstediler ki, devranları hep sürsün.
    Bu millet köle olmuş, olmamış ne fark eder?
    İstediler ki millet uykusundan hiç uyanmasın,
    Adı saltanat olmuş, hilafet olmuş,
    İşgal hükümeti olmuş,
    Toprağına İngiliz çizmesi basmış,
    Yunan’a tekmil vermişler ne fark eder?
    Emin olun şimdi de en ufak bir değişiklik yoktur.
    Yüzyıl önce bize istiklali çok görenler bugün de çok görüyorlar.
    Yüzyıl önce Cumhuriyeti çok görenler bugün de şüphesiz aynılar.
    İşte bu yüzden de Türk milletinin istiklal ve
    Cumhuriyet ülküsü var oldukça,
    Ateşle imtihanı asla bitmemiştir ve bitmeyecektir de.
    Unutulmasın ki,
    Lozan’a düşman olanlar Sevr’in alkışlayıcıları,
    Sevr’i imzalayanlarının hayranlarıdır.
    Büyük Ortadoğu Projesi havucunun peşinde koşup
    Memleketi sığınmacı hendeğine çevirenlerdir.
    Bırakın Lozan’a laf etmeyi,
    Lozan’ı da, İsmet Paşa’yı da,
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini de ağızlarına alamazlar.
    Kıymetli arkadaşlarım;
    20 Temmuz günü
    Kıbrıs’ta Rahmetli Rauf Denktaş’ın mezarını ziyaret ederken,
    İçimdeki utancı ve öfkeyi nereye koyacağımı bilemedim.
    Rahmetlinin bu dünyadan gözü açık gittiğini unutmadım!
    Kıbrıs’ı göz göre göre nasıl peşkeş çektiklerini unutmadım!
    Hatırlayın o günleri…
    Erdoğan, o zamanki dostu Kostas Simitis’le görüşüyordu.
    Annan Planı ile Rum kesiminin AB’ye alınmasına
    Güya engel olmayacağını söylüyordu.
    Bir de parola uydurmuşlardı:
    “Çözümsüzlük çözüm değil” diyorlardı!
    Sizler statükocusunuz diyorlardı!
    Hatırlayın…
    Yıl, 2004,
    Rahmetli Denktaş, meclis genel kurulunda konuşuyorken,
    Dinlemeyip boykot ettiler.
    O zamanki taşeron ortakları FETÖ’cülerle birlikte,
    Büyük dava adamı Rauf Denktaşı “Ergenekoncu” bile ilan ettiler.
    Bunu yapanlar Rauf Denktaş’ın da ismini ağızlarına alamazlar.
    Lozan’ın yıldönümünde,
    Atatürk’ün hayatını riske ederek
    Anavatana kattığı Hatay’a yapılanlar da unutulmasın!
    Hatay da Lozan’ın önemli bir mührüdür.
    Onu anavatana katılışının 85. yıldönümünü idrak ediyoruz.
    Hatay’ı şahsi meselesi gören,
    Ve Türk milletine milli bir mesele olarak emanet eden,
    Büyük Atatürk’ü ve mücadele arkadaşlarını,
    Saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
    Hatay bizim de şahsi meselemizdir.
    Oysa bugün, Hatay’ımız viran!
    Şehir merkezinin kimlere pay edildiğini biliyoruz.
    Binaları mezara çevirenlerin nasıl aklandıklarını da biliyoruz.
    Bütün bunların hesabını sormak için gün sayıyoruz.
    Aziz dava arkadaşlarım;
    100 yıllık hiçbir mücadele eşiğimizin uzağında değiliz.
    Lozan konferansına giderken,
    Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan heyetine verdiği başlıca talimat,
    Bir kement misali milletin boynuna geçirilmiş olan
    Kapitülasyonların muhakkak kaldırılmasıdır.
    Çünkü bu kement Osmanlı’yı öylesine boğmuştur ki,
    Sonunda artık Batılı güçler, alacaklarını tahsil etmek için,
    Düyun-ı Umumiye’yi kurarak tüm devlet hazinesini yönetir hale gelmişlerdir.
    Mustafa Kemal Paşa’nın
    “Askeri zaferler, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça
    Payidar olamaz,” demesi bundandır.
    Bugünün Duyun-u Umumiye memurununsa adı sanı bellidir:
    Londralı borsa yatırım danışmanı Vergimatik Mehmet!
    Kendisi geçtiğimiz hafta kredi değerlendirme kuruluşu Moody’s’in
    Türkiye’nin kredi notunu arttırmasından dolayı düğün bayram etti.
    Peki bu iki puanlık kredi notu artışıyla
    Türkiye hangi ülkelerle aynı seviyeye gelmiş?
    Bahamalar, Bangladeş, Benin, Fiji, Honduras, Karadağ ve Ürdün.
    Peki bu Duyun-u Umumiye memuru arkadaşın
    Bizi gelecek aylarda taşımayı vaad ettiği yerde hangi ülkeler varmış?
    Ermenistan, Özbekistan ve Senegal.
    Buradan Vergimatik Mehmet arkadaşımıza bir alkış tutalım!
    Ve elbette saraydaki amiri dünya liderine de bir alkış
    Çünkü bu büyük eserin asıl sahibi o.
    Kendileri,
    “Faiz sebep, enflasyon sonuç” başlıklı
    Nobel ödüllü ekonomi politikalarını,
    Sevgili damadı eliyle yürütürken şu açıklamayı yapmıştı:
    “Siz bizim arkamızda olduğunuz sürece merak etmeyin.
    Anlatıldığı gibi, yok kredi derecelendirme kuruluşları
    şöyle söylemiş, böyle söylemiş.
    Bırakın o sahtekarları.
    Onlar bizim hakkımızda çok şey söylediler.
    Bu dünyada batan ülkelere
    bir anda 4 derece artırmak suretiyle
    not veren bu teşkilatlardır.
    Bunlar böyle teşkilat.
    Biz işimize bakalım.
    Ne durumdayız ona bakalım.”
    Batan ülkelere bir anda 4 derece arttırmak suretiyle not verenler…
    Peki, bir anda iki derece arttırmak suretiyle not verenler?
    Bu hangi tür ülkeye giriyor sayın Erdoğan?
    Batmakta olan mı?
    Yoksa siz rakamları pek seversiniz,
    Yarı batmakta olan ülke mi oluyoruz?
    Henüz saraydan bu konuda bir açıklama gelmedi ama
    Bildiğiniz üzere, Erdoğan, büyük müjdeleri bizzat kendisi verir
    Bir müjdeyi bir bakanına verdiriyorsa,
    Bilin ki o müjdeyi kendisi bile beğenmemiştir.
    Değerli arkadaşlarım;
    Dün faiz lobileri, küreselciler diye ortalığı inlettiler
    Bugünse tefeci kapılarında kredi dileniyorlar.
    Adı konmamış IMF politikalarını uyguladıkları için de alkış alıyorlar.
    O alkış aldıkları şeyin adı milletin ümüğünün sıkılmasıdır.
    Milli servet soygunudur.
    Tefecilerin 3 kuruş dövizini, rica minnet
    Ve 5 kuruş faiz alma garantisiyle getiriyorlar.
    Bu kur korumalı mevduat sisteminin bir başka versiyonudur.
    Türkiye’nin başına çok daha büyük belalar açacak
    Türkiye ekonomisini uyuşturan ve bağımlısı haline getirecek olan
    Tam bir “benden sonrası tufan” politikasıdır!
    Yıllarca dillerinden
    Enflasyonu tek hanelere indirdik,
    Kamu açıklarını düşürdük,
    Mali disiplini sağladık,
    IMF’ye borçları ödedik cümleleri düşmedi.
    Şimdi ise söylemleri “Biz bir kez başardık, yine yaparız”a dönüştü.
    Bütçe açığı
    Bugün tam 1,4 trilyon liraya çıkmış durumda.
    Devletin yandaşlardan affettiği vergi geliri miktarı da ne biliyor musunuz?
    Tam 1.4. trilyon lira!
    Bu kaynaklar kime harcandı?
    Emekliye mi, çiftçiye mi, emekçilere mi?
    Hayır!
    Bu kaynaklar saltanata, şatafata, yandaşa,
    Kaçaklara göçmenlere harcandı.
    Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan
    “faiz sebep, enflasyon sonuç” teorilerine harcandı.
    Bunun da kılıflarını hep hazır tuttular.
    Dış güçler dediler, pandemi dediler, deprem dediler.
    Halbuki bunlar bile sonuçtu.
    Türkiye bu ucube tek adam sistemine
    Yani saray rejimine geçtikten sonra
    Bu noktaya gelineceği ayan beyan ortadaydı.
    Sonunda bahaneler bitip,
    Makyajlı rakamların dahi saklayamadığı çürüme artık su yüzüne çıkınca,
    Ve körfezdeki şeyhlerden bile para bulamaz hale gelince,
    İngiltere’nin ünlü finans ve yatırım danışmanı Vergimatik Mehmet’i
    Hazine ve Maliye Bakanı olarak ithal ettiler.
    O da; bir Londra, bir Ankara mekik dokuyup
    Sıkı para politikası dedi
    Sıkı maliye politikası dedi
    Ve milletin gırtlağını sıktı.
    Ekonomi paketleri yağmur gibi yağmaya başladı.
    Araçlar satılacaktı, tasarruf edilecekti,
    Çok kazanandan çok vergi alınacaktı,
    Sonra koyunların yünü dikenlere dolanacaktı
    Sonra o dikenlerden hırka örülecekti,
    Sonunda borcumuz ödenecekti…
    Ama ne oldu?
    Dağ fare doğurdu.
    Tasarruf paketi diye,
    Memurun servisini kaldırdılar.
    Ama kendileri Amerika’ya 5 uçakla,
    Hollanda’ya maç izlemeye 3 uçakla gittiler.
    Sayın Bakan göstermelik dahi olsa
    Kendi makam aracından bile vazgeçemedi.
    Tasarruf paketi Meclis’e gelemeden kuşa çevrildi.
    Vergimatik Mehmet sarayın harcamalarını
    Ve yandaşlara yapılan ödemeleri kısamayınca,
    Az biraz zenginden almasak mı diye gelir vergilerine yöneldi.
    Ama nafile, patron müsaade etmedi.
    Demiştik geçen hafta,
    “Dikkat et, bakıp da görmeyen bakan başına iş çıkmasın “diye
    Anlaşılan para bulayım derken paparayı yedi Vergimatik Mehmet!
    Şimdi vergide adaleti sağlayacağız,
    Az kazanandan az çok kazanandan çok vergi alacağız diyorlar.
    Meclise getirdikleri teklife bakıyorsunuz;
    İmar rantlarının vergilendirilmesi yok.
    Rantçılığa tam gaz!
    Paradan para kazanana vergi yok!
    Tefeciliğe devam!
    Borsa kazançları, kripto varlıkların vergilendirilmesi yok!
    Para aklamaya devam!
    Buradan da görüyoruz ki,
    Kurumların 100’lerce sayfalık çalışmalarında yer alan,
    Bakan tarafından zikredilen düzenlemeler Meclis’e gelmiyor, gelemiyor.
    Çünkü güçleri tefeci bezirganlara, beton ağalarına,
    Sanal vurgunculara yetmiyor, yetemiyor.
    Çünkü kendi kendini yiyen yılan misali
    Dönüp dolaşıp her şey sarayda düğümleniyor!
    Olan da çiftçiye, işçiye
    Memura, gence ve emekliye oluyor!
    İş bulamayan garibana oluyor!
    Aziz milletim;
    Halen hiç utanmadan
    Emeklinin zaten açlık ve yoksulluk sınırının altındaki maaşına yapılan
    2.500 liralık bir zammın mali disipline zarar vereceğini söylüyorlar!
    En düşük emekli maaşı asgari ücret kadar olsun diyen bizlere ise,
    “muhalefetin sırtında maalesef küfe yok, biz ölçüyoruz, biçiyoruz” diyen bunlar,
    Aklını ve vicdanını 1000 odalı sarayın bilinmez köşelerinde unutmuşlar!
    Emekliye verilen zammın yıllık maliyeti 66 milyar TL.
    Kur korumalı mevduat garabetinin ülkemize maliyeti ise 2,7 trilyon lira.
    Yani tam 41 katı!
    Bir kuruş harcanmayacak denilen yol, köprü, inşaat ihalelerine
    Ödenen para tam 600 milyar lira,
    Neredeyse 10 katı!
    Vatandaşa, çiftçiye, küçük ve orta üreticiye
    İhtiyaçları için destek olmak üzere kurulmuş,
    Ancak yandaşlarını besleme fonuna dönüşmüş kamu bankalarına,
    Son 4 yılda hazineden aktarılan para tam 1 trilyon lira!
    Ve bu para vatandaşın, çiftçinin, küçük üreticinin cebinde değil!
    Emekliye verilen zammın tam 15 katı!
    2018’de 74 milyar lira olan faiz giderleri,
    2023 yılında tam 1,3 trilyon lira
    Emekliye verilen zammın tam 20 katı!
    Ölçüp biçtikleri bu işte…
    Yumurta küfesi iktidarın sırtındaysa,
    İktidar da vatandaşın sırtında!
    İnin beyler vatandaşın sırtından!
    Bu millet sizin köleniz değil,
    Marabanız değil,
    Uşağınız değil!..
    Ayrıca bir noktayı daha vurgulamak isterim:
    Ülke ülke gezip “programın başarısını” anlatan Vergimatik Mehmet,
    Vergi paketini komisyona yani millet meclisine anlatmak için
    Tenezzül edip de gelmemiştir!
    Çünkü bunlar itibarı millette değil, dışarıda arayanlardır.
    Bunların gözleri de kökleri de dışarıdadır!
    Meclise sundukları teklifle tüm alanlarda kargaşa yaratma peşindedirler.
    Sendika üyelerine ödenen Toplu Sözleşme İkramiyesi’ne getirilen
    Ve daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen %2 barajı,
    Bu kez %1 olarak kanunlaştırılmak istenmektedir.
    Bu yeni duruma göre,
    Hizmet kolunda çalışan memurların %1’den fazlasını üye yapan sendikaların üyeleri,
    Ayda 642 TL toplu sözleşme ikramiyesi alırken,
    %1’den daha az üye yapabilen sendikaların üyeleri,
    Aylık 227 TL toplu sözleşme ikramiyesi alacaktır.
    Bu durumda, %1’den fazla üyesi olan sendika üyeleri,
    Diğer sendika üyelerinden ayda 415 TL,
    Yılda ise 4980 TL fazla ödeme alacaktır.
    İşte AK Parti’nin adaleti budur.
    Hadi, Allah’tan korkmuyorsunuz da kuldan da mı utanmıyorsunuz?
    Sizin göreviniz, sendikalar arasında taraf olmak,
    Üye sayısı az olan sendikaları yok etmek değil,
    Sendikalar arasında, eşit hizmet yarışını temin etmektir.
    Ülkeyi 22 yıldır yöneten bir siyasal iktidarın,
    Anayasa Mahkemesi’nin daha önce “sendikalar arasında eşitliği bozar” diye
    İptal ettiği bir düzenlemeyi,
    Bu kez oranı %1’e düşürerek kanuni düzenleme yapmaya çalışması,
    Sadece yargı kurumlarını ve kararlarını işlevsiz bırakmak değil,
    Aynı zamanda tam bir akıl ve vicdan tutulmasıdır.
    İYİ Parti olarak,
    Anayasa Mahkemesi kararına açıkça aykırı olan,
    Bu deli dumrul düzenlemesinin geri çekilmesi,
    Ve bütün sendika üyelerinin eşit miktarda
    Toplu Sözleşme İkramiyesi alabilmesi doğrultusunda gereken mücadeleyi sergileyeceğiz.
    Aziz milletim;
    Rahat ve emin olunuz…
    Dün Lozan’da nasıl yaptıysak,
    Bugünün Duyun-u Umumiye memurlarını da öyle göndereceğiz!
    Dün milli mücadelede nasıl başardıysak,
    Yine öyle başaracağız.
    İtibardan tasarruf etmeyenlerden
    Biz tasarruf edeceğiz
    Tasarrufumuz da bunları göndermek olacak!
    Değerli dava arkadaşlarım;
    Yağma her an ve her yerde devam ediyor!
    Bu süreç öyle bir noktadadır ki,
    Anadolu topraklarının
    Moğol istilasından sonra gördüğü en büyük yağma dönemi
    AKP iktidarı ile geçen bu 22 yıllık dönemdir.
    Rant uğruna feda edilmeyen bir karış toprağımız kalmamıştır.
    Bundandır ki her orman yangını,
    Her sel felaketi ya da depremden sonra
    Sadece üzülmüyoruz.
    Aynı zamanda da öfkeleniyor ve tedirgin oluyoruz.
    Çünkü her afet sonrası söz konusu alanların
    Birilerinin cebine girecek rantlara dönüşeceğini biliyoruz.
    Çünkü bu tefeciliğin hududunun olmadığını biliyoruz.
    Ülkemizin bu yoğun gündeminde
    Ve vatandaşımızın mutfağındaki yangın son raddesine ulaşmışken
    Son 1 ayda, bu yangından mal kaçırma telaşı içine düştüler
    Bunları milletimizin kürsüsünden paylaşmak istiyorum.
    28 Haziran ve 17 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanan
    Cumhurbaşkanlığı Kararları ile
    Artvin, Bitlis, İstanbul, İzmir,
    Amasya, Balıkesir, Kastamonu, Manisa, Muğla, Samsun, Sinop ve Sivas’ta bazı alanlar
    “orman sınırları” dışına çıkartıldı.
    Sadece bu iki kararla
    Yaklaşık 2.5 milyon metrekare alan imara açılmıştır.
    Yani en az 617 futbol sahası büyüklüğünde yer talana açılmıştır.
    Bakınız,
    Her ilimizde sıcak hava dalgalarından şikayet ediyoruz.
    Şehirlerimizde altına sığınacak bir tane ağaç kalmamış durumdadır.
    Kuraklık artık her yıl yaz ayında kapımızı çalmaya başlamış ciddi bir tehdittir.
    Tarımsal üretimimizin durumu malumdur ve geleceği düşündürücüdür.
    Günümüzde aklı başında bütün ülkeler
    Orman ve sulak alanlarını korumaya çalışırken,
    Saray rejimi var olanı yok etmek derdindedir.
    Peki ne için?
    Kendilerinin de aktif olarak dahil olduğu yağma düzeni
    Ve bir türlü doymak bilmeyen rant çeteleri için.
    Vatan toprağının her bir karışını
    Kupon arazi ve imar rantı olarak gördükleri için!
    22 yıldır durmaksızın,
    Bu ülkenin şehirlerine ihanet ettiler!
    Ellerinden gelen tüm güçleriyle,
    Tarihi ve doğal dokuları harap ettiler.
    Koylarına, sahillerine, göllerine ihanet ettiler.
    Ormanına, denizine, dağlarına ihanet ettiler.
    Hukukuna ve adalet inancına ihanet ettiler.
    Ve elbette onlara yönetimi emanet eden
    Millete ihanet ettiler!
    Tüm bunlar yaşanırken,
    Her türlü milli ve manevi değeri kullandılar.
    Her türlü laf cambazlığı ve yalanı tekrarladılar.
    Önce bir zenginleşme hayali gösterip,
    Herkesi ona inandırmaya çalıştılar.
    Bu arada insanımız da git gide yoksullaştı.
    Git gide elindekiler ondan alındı.
    Bu bir muhtaçlık döngüsü idi.
    Muhtaç bırakmak ve muhtaçlıkta bırakmak
    Saray rejiminin özü budur!
    Ve bu bataklıkta,
    Her geçen gün fakirleşen, yoksullaşan insanımızın,
    Git gide birbirine öfke duyması, kardeşine düşmanlaşması,
    İşte bu yoksulluğa muhtaç etme siyasetinin tezahürleridir.
    Çünkü saray rejimleri milletin kanını emerler,
    Çünkü saray rejimleri kötülükle beslenirler.
    Değerli dava arkadaşlarım,
    Aziz Türk milleti;
    Bugün sokaklarda öfke var,
    Trafikte şiddet var,
    Evlerde güvensizlik var,
    Her yerde cinayet var.
    Her an insanlığımızın sınandığı olaylarla karşılaşıyoruz.
    Her an bastıramadığımız yeni bir öfke seliyle karşılaşıyoruz.
    Daha önce bu kürsüden dile getirdiğim gibi,
    İşte tam böyle bir durumdayken,
    Saray iktidarı bir vicdan bombası attı önümüze…
    Ve bize dedi ki;
    Çocuklar mı ölsün, köpekler mi?
    Çünkü biri ölmeli…
    Çünkü yaşamak ve yaşatmak lügatlerinde yok.
    Çünkü saklayıp örtmek zorunda oldukları
    O kadar büyük ihanetler vardı ki,
    Yeni bir tuzak kurmaları gerekiyordu.
    Bu attıkları vicdan bombasıyla da
    Günlerdir uğraşıp duruyoruz.
    İşte bu yüzden,
    Ben buradan, bu kürsüden,
    Vakti zamanında Türkiye’nin çok kötü zamanlarını yaşamış,
    O zamanlarda da çok kan ve şiddet görmüş biri olarak,
    Yani bir parti genel başkanı olarak değil,
    Sade vatandaş Müsavat Dervişoğlu sıfatımla sesleniyorum:
    Ölüm ve yok etmeyle başlayan hiçbir cümleden hayır gelmez.
    Bunu fazlasıyla yaşamış ve tecrübeyle sabit bilen,
    Kiminize göre abiniz, kimine kardeşiniz, kiminize göre ise evladınız olarak söylüyorum:
    Sokak hayvanları meselesini
    Ortak akıl ve en önemlisi ortak emek ve çabayla çözmek,
    Hepimiz için çok önemli bir imtihandır.
    Saray iktidarı sonrası için de,
    Birlikte ayağa kaldıracağımız,
    Yeni baştan hep birlikte inşa edeceğimiz o güzel Türkiye’miz için bir ön sınavdır.
    Evet, Türkiye’de sahipsiz başıboş köpek sürüleri bir sorundur.
    Bir sağlık sorunu, bir güvenlik sorunudur.
    Ancak ölüm lafıyla değil, hayır lafıyla başlayacağız.
    Sonra da bu sorunun en makul çözümünü bulacağız.
    Bu işi de sadece yasayla çözmek
    Ya da yasayla çözümsüz bırakmak kolaycılığına da düşmeyeceğiz.
    Emin olun, bu iktidar ne yasa çıkarsa lafta kalacaktır.
    Yasayla oyalanmak boşunadır.
    Önce geleceğimiz olan çocuklarımızı,
    Sonra da bu ülkede yaşayan tüm canlıları korumakla mükellefiz.
    Bu yüzden de ne imhacı ne de redci bir kolaycılığa düşmeyeceğiz.
    Vicdanı akılla, aklı da vicdanla dengeleyeceğiz.
    Biz İYİ Parti olarak,
    Bu imtihanı önemsiyoruz.
    Bu sebeple de en başta sivil toplumun, gönüllülerin
    Ve yerel yönetimlerin sorumluluk aldığı,
    Kimsenin kimseye bahane uydurmadığı bir toplum seferberliği arzuluyoruz.
    Bunun için de ne gerekiyorsa yapmaya hazırız.
    İktidardakilerden tek beklenti, gölge etmemeleridir
    Başka ihsan istemiyoruz!
    Biz bu seferberliğin,
    Türkiye’de bozulan birlik ve beraberlik iklimini,
    İnsanların birbirine karşı yitirdikleri güven duygusunu
    Yeniden temin edebileceğine inanıyoruz.
    Sorunları biriktirerek, çözümsüzlük batağına saplayan saray rejimine karşı
    Yapılabilecek en ciddi itiraz,
    Millet ve toplum olmak duygusuyla hareket edebilmektir.
    Gelin bir yerden başlayalım,
    Gelin bu işten başlayalım!
    Çocuklarımızı da koruyabiliriz
    Hayvanları da koruyabiliriz
    Şehirlerimizi de imar edebiliriz
    Ormanlarımızı da ihya edebiliriz.
    Bizler Türk milleti olarak
    Bütün bunlara mahiriz
    Emin olun başarırız
    Emin olun başaracağız!
    Kıymetli dava arkadaşlarım,
    Bunun tek bir yolu vardır BİZ olmak!
    BİZ olmanın anlamını,
    Ben demenin beyhude büyüsüne kapılanlar asla anlayamazlar.
    Biz olmak, iktidara yürümenin yoludur!
    Biz olmak, makulde ve makbulde olmaktır.
    Biz olmak milletin merkezi olmaktır.
    İYİ PARTİ, BİZ diyenlerin
    Yani BİZİM PARTİMİZDİR!
    İYİ PARTİ,
    Milletle olan akıl ve vicdan birliğinin vücut bulmuş halidir.
    BİZ biliriz ki;
    Bu vatana bu millete duyulan sevginin
    İnsana yüklediği görev ağırdır.
    İYİ PARTİ’li olmak demek,
    Bu yükü bir görev bilincini taşımak ve bundan asla yorulmamak demektir.
    Biz olmak yapay ışıklara aldanmadan,
    Güneşin doğmak üzere olduğunun müjdesini,
    Millete verebilmek yolunda yürümek,
    Fedakarlıkla çalışmak demektir!
    Biz olmak, baştan sona Türkiye olmak demektir!
    Biz olmak, demokratik ve kalkınmış Türkiye için
    Bir olmak, birlik olmak demektir!
    İşte böyle o umutlar gerçek olacaktır.
    İşte böyle kalpler tamir olacaktır.
    İşte böyle el ele Mutlu bir Türkiye yaratılacaktır.
    Bunun için ÇALIŞACAĞIZ
    Bunun için YILMAYACAĞIZ
    Ve elbette BAŞARACAĞIZ!
    Değerli dava arkadaşlarım;
    Bir de biliyorsunuz kamuoyunu meşgul eden
    Benim de içinde bulunduğum 154’ler tartışması var.
    Aslına bakarsanız bu tartışmaya hiç girmek istemiyorum.
    Ama tamamen sessiz kalmayı da uygun görmüyorum.
    İki cihanda yan yana gelemeyecek bazı insanları,
    Aynı torbaya doldurarak adeta eşitlemiş,
    “Bölücü, Liberal, Marksist, Fetöcü” yapıların elemanı diye yaftalamışlar.
    Bu insafsızlıktır.
    İzansızlıktır.
    Saygısızlıktır.
    Ahde vefasızlıktır.
    Çok bir şey söylemek istemiyorum.
    Ayrıntıya girip hiç kimseyi mahcup etmek niyetinde de değilim.
    İçinde yetiştiğim camiayı üzmek, kırmak istemem
    Ancak sabrın da bir sınırı var.
    Sözlerimin muhatapları maziyi paylaştığım insanlar değil,
    Eline dava arkadaşlarının kanı bulaşmış alçaklardır.
    Hayatım boyunca bölücü, liberal, Marksist ve Fetöcü diye hiç anılmadım.
    Bütün ömrümce anıldığım ve gurur duyduğum tek bir sıfat var.
    Onu da öyle bir ayağa düşürdünüz ki,
    Sizin yüzünüzden ve utancımdan kullanamıyorum.
    Beni sakın ha sakın
    Ve hangi sebeple olursa olsun,
    Başkalarının havuzuna bir daha dahil etmeyin.
    Hatıralarıma saygısızlık yaptırmayın.
    Ayrıca kimseyle de karıştırmayın.
    Tahmin edemeyeceğiniz kadar ağır konuşurum!
    İsteyen kendine yeni yön çizebilir.
    Hatta; ikbal, istikbal ve iktidar için kendisini satabilir de.
    Ben varlığını Türk varlığına adamış bir memleket evladıyım.
    Doğduğum gibi öleceğim ve bununla da övüneceğim.
    Hayatımın sonuna kadar da,
    “Tek bayrak değil, Türk bayrağı.
    Tek devlet değil, Türk devleti.
    Tek millet değil, Türk milleti.
    Tek vatan değil, Türk vatanı.” diye haykırmaya devam edeceğim.
    Hepinizi en içten duygularımla, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
    Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.

Henüz yorum yapılmadı...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Haberler

Yazarlar

Dünya